11007,37%0,81
42,52% 0,07
49,55% -0,06
5743,85% -0,15
9322,75% 0,27
Okullarda bizlere öğretilen şeylerden biridir, Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde büyük devletlerin kışkırtmasıyla isyan eden azınlıklar ve yaşanan toplumlsal gerginlik sonucu devlet zayıflamaya ve ardından da çökmeye başlamıştır. Uygulanan yanlış politikalar sonucu Cihan İmparatoru birden hasta adama dönüşmüş ve kendi sonu hazırlanırken buna karşı koyamamıştır. Birinci Dünya Savaşı sonunda büyük bir hezimete uğrayan Türk Milleti destansı mücadelesi ile Kurtuluş Savaşı'nı kazanmış, adını tarihe altın harflerle yazdırmış ve böylece vatanını işgal etmek isteyen devletlere de en güzel cevabı vermiştir. Kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti bu inancın, bu vatanseverliğin en büyük göstergesidir.
Peki şimdiye dönecek olursak, yabancı devletlerin üzerimizdeki oyunları devam etmiyor mu? Şüphesiz ki hala bazı devletlerin planlarında birinci sıradayız. Hala bizi bir şekilde işgal etmek isteyen, kendimizden soğutmak, kardeşi kardeşe küstürmek isteyen kimseler var. Eskiden buna Panslavizm deniyordu. Artık bu şekilde bir seçenek kalmadığı için artık Kürt açılımı adı altında yine aynı oyunlar devam ediyor.
Daha önce bazı devletlerin kışkırtması ile isyan eden Ermenistan ve Yunanistan gibi devletler uzun yıllardır yine aynı devletlerin soğuk savaş silahları olarak görev yapıyorlar. Artık sıcak savaşlara sıcak bakılmadığı ve fiilen işgallerin daha da zorlaştığı düşünülürse, ekonomik ya da bürokratik yollardan işgal ya da sömürü politikaları daha da yaygınlaşmıştır.
Daha önceki planın aynısı uygulanmaya çalışılıyor aslında. Yine öncelikle milleti bölmeye çalışıyorlar. Sonra da çevredeki devletlerin huzursuzluklar çıkarmasına neden oluyorlar, Türkiye'yi yalnız bırakmaya çalışıyorlar. Bakın ispatları:
Önce Ermeni meselesi çıktı başımıza, geçerli belgelerimiz olmasına rağmen kendimizi ifade edemedik ve küçücük bir senaryo kocaman bir davaya dönüşüverdi.
Ardından Kürt sorunu dediler, sonra Kürt açılımı oldu, kardeşi kardeşe küstürmek istediler, Yunanistan'ın Kıbrıs ve Hava Sahaları konusundaki tavrı zaten ortada. Şimdi ise yeni bir açıklama geldi Bulgaristan'dan, Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov, aşırı milliyetçi ATAKA Partisi'nin ortaya attığı, "Osmanlı döneminde, Bulgarlar'a soykırım uygulandığı" iddiasıyla bir anma günü belirlenmesine sıcak baktığını söyledi.Bunca yıldır kardeşçe yaşayan Türkiye ve Bulgaristan arasında bir sorun görülmemiştir. Peki, şimdi bu açıklama niye? Yine aynı çarklar dönmeye başladı bence ve her geçen gün daha da hızlanıyor.Bunlara karşılık ne yapılmalı? Öncelikle millet arasındaki etnik ayrılıkları çözüme kavuşturmak, etnik ayrılık diye bir şey olamayacağını herkese göstermemiz gerekiyor. Umarım yöneticilerimiz bu konulara seyirci kalmazlar ve üstlerine düşen görevi yaparlar...17 Ağustos depreminin üzerinden 10 yıl geçti...Yaklaşık on yıl önceydi. Ben daha küçük bir çocuktum. Gece vakti birden yatağım sallanmaya başladı. Mutfaktaki dolapların da sallandığını duyabiliyordum. Aniden yataklarımızdan kalktık ve ailecek soluğu dışarıda aldık. Bütün mahalle, bütün Edirne dışarıdaydı. Sarsıntı durduktan sonra herkes televizyonların başına geçti. Bir elde telefonlarla sevdiklerini ararlarken bir yandan da çöken binaları izliyorlar, hızla artan ölü sayısından rahatsızlık duymaya başlıyorlardı. Merkez üssü Gölcük olarak belirlenen deprem sonucu birçok insan hayatını kaybetmiş, aileler dağılmış ve toplumsal olarak zor bir sürece girmiştik. Başta Kızılay olmak üzere büyük bir yardım kampanyası başlatıldı sonra. Evsiz kalan vatandaşlara çadırlar tahsis edildi, yiyecek ve kıyafet gereksinimleri karşılanmaya çalışıldı. Bazen büyük hata ve skandallara yol açsa da, yapılanlarla bir şekilde yaralar sarılmaya çalışıldı. Bir yandan itfaiyeler Tüpraş yangınını söndürmeye çalışırken, bir yandan da kurtulan vardır ümidiyle arama çalışmaları yapılıyor, herkes nefesini tutarak yerin altından gelecek bir ses için bekliyordu. Kurtulanlar alkışlar arasında ambülânslara kaldırılırken, bazen de herkesi gözyaşlarına boğan cansız bedenlerle karşılaşılıyordu. Türkiye arama kurtarma ve ilk yardımın farkına geç de olsa varmıştı.Depremin değil de çarpık ve dayanıksız yapıların bu kadar ölüme yol açtığı anlaşıldığında ise birçok inşaat firmasına davalar açıldı. Yapılan iddialar ne yazık ki çoğunlukla doğruydu. Davaların bir kısmı düştü bir kısmının sonucunda da mağdurlara tazminat ödendi. Ancak bütün ailesini ve geleceğini kaybeden kişiler için bu para ne anlam ifade edebilirdi ki... Bu hafta 17 Ağustos Depremi'nin onuncu yıl dönümü. Yine televizyonlarda eski görüntüler olacak, yeniden yapılan ya da tamir edilen şehirleri göreceğiz ve aslında ayrıntılarda gizli olan çarpık kentleşmeyi yine görmezden gelecek, yaptığımız inşaatlarla övüneceğiz. Ancak hala depreme dayanıklı binalar yapma konusunda çok gerideyiz. Bir deprem ülkesi olduğumuzu kabul etmeliyiz öncelikle. Ülkemizde Japonya kadar sık deprem olmuyor belki ve onlar kadar yüksek teknolojiye sahip değiliz belki ama bu kendimizi depremden korumamamız için bir bahane olmamalı. Aksine bu teknolojinin daha da üstüne giderek depreme dayanıklı binalar yapma konusunda uzman olmalıyız. Deprem ülkemizin bir gerçeğidir, bunu unutmamalıyız. Bir daha böyle felaketlerin yaşanmaması dileğiyle...